4 Ağustos 2010 Çarşamba

HATASIZ KUL OLMAZ

İş hayatındaki önemli sorunlardan biri de hata yaptığımızda nasıl davranacağımız konusudur. Özellikle genç yöneticilerde yapılan hataları gizleme, saklama veya hatalardan ötürü başkalarını suçlama eğilimi fazladır.

Öncelikle şunu kabul edelim, bir işyerinde bir günden daha fazla süre çalışmış olan her kişi muhakkak en az bir hata yapmıştır. Şunu da kabul edelim ki en başarılı yöneticiler de dâhil hepimiz her an hata yapabiliriz ve yapmışızdır. Başlıktaki gibi söylersek “hatasız yönetici olmaz”. Aslına bakarsanız yaptığımız hatalar hem bireysel hem de örgütsel anlamda yeni şeyler öğrenmemizi sağlama açısından  önemli bir araçtır.

Hiçbir yönetici yaptığı hatalar dolayısıyla (tabii anormal derecede ölümcül veya davranışsal açıdan, etik açıdan kabul edilemez gayri ahlaki hataları kastetmiyoruz) kariyerinde ciddi kayıplara uğramamıştır.

HBR bloglarında bu konuda Amy Gallo’nun postinginden de yararlanarak görüşlerimi açıklamaya çalışacağım.

Hata yapılır bu kaçınılmaz, önemli olan sonrasında nasıl davranacağımız. Öncelikle ve en önemlisi hatamızı dürüstçe kabul etmektir. Bu bir grubun kolektif hatası olsa bile bu hatada bizim payımızın ne olduğunu belirleyip itiraf etmekten çekinmeyeceğiz. İkincisi, geriye değil ileriye bakacağız, hatamızı bir fırsata dönüştürüp ondan bir şeyler öğrenip liderlik ve yöneticilik yetilerimizi geliştireceğiz. Şeffaf olacağız, başkalarını suçlamaktan kaçınacağız. Eğer sebep olduğumuz hatadan ötürü başkaları zarar gördü ise zarar gören kişilerden alenen özür dilemesini de bileceğiz. Bunu bir e-mail ile tüm ilgili taraflara yazabiliriz. Tabii özür dilerken aşırıya kaçmak ya da savunmada kalmak da doğru değil. Eylem-odaklı olacağız, evet hatadır oldu, şimdi ne yapacağız, nasıl onarabiliriz, gelecekte aynı hatanın tekrar etmemesi için ne gibi önlemler alıyoruz veya alınmasını öneriyoruz bu konuları da açık yüreklilikle ortaya getirmek tartışmak gerekli ve yararlıdır. Tabii ortaya çıkan istenmeyen bir sonucun oluşmasında sizin yanlış veya eksik bir kararınız rol oynadığı kadar, içsel ve dışsal çevre faktörleri de etkin olmuş olabilir. Bunları da objektif olarak saptayıp ortaya koymak diğer çalışanların ve üst yöneticilerin hatada sizin payınızı olduğundan fazla görmemelerini sağlamak açısından önemlidir.

Hata yapıldığında hata yapan kişi ile ilgili bir güven sorunu ortaya çıkması beklenen bir sonuçtur. Hem üstleriniz, hem eşitleriniz, hem de astlarınız sizin kararlarınıza olan güvenlerini sorgulayacaklardır. Bu yıpranan güveni yeniden kazanmak için sonraki günlerde alacağınız kararlarda, yapacağınız eylemlerde çekingen ve tutuk davranmayın, hatanız sizi korkak yapmasın. Hatanızın bilincinde olduğunuzu ve düzeltici önlemlere vakıf olduğunuz çevrenizdekiler ne ölçüde bilirse o kadar çabuk size olan güvenlerini de tazelerler. Tabii bazen kişilerin güvenini kazanmak bir zaman gerektir, yaralar hemen kapanmaz, sabırlı olun yılmadan kendinizi göstermeye çalışın.

Özetlersek, hatanızı gizlemeyin, en büyük hata hatayı saklamaktır. Sorumluluğu yiğitçe üstlenin (ama aptalca başkasının hatasını üstlenmeyin). Hatanızdan ders aldığınızı açıkça ortaya koyun, size güvenilebileceğini gösterin. Gerekiyorsa özür dilemekten gocunmayın, ama asla başkalarını suçlayan bir savunma yapmayın. Tabii yönetici ve insan olarak yapmamamız gereken etik hataları hiç yapmayın (yani çalmayın, yöneticinizin, arkadaşınızın eşi ile işi pişirmeyin, şirketin sırlarını rakiplere vermeyin, dedikodu yapmayın…). Hata yaptınız diye korkup yeni aksiyonlar almaktan çekinmeyin.

Genç yöneticilerin hata yaptıklarında güvendikleri tecrübeli yöneticilere (şirket içinde veya dışında) danışmaları, onlarla durumu tartışıp ne yapılsa idi bu hata olmazdı, şimdi ne yapılabilir gibi konularda destek almaları da çok yararlı olabilir.

Benim şahsi bir gözlemim Türk yöneticilerin hatalarını açıkca itiraf etmek konusunda  yabancı yöneticilere göre daha çok zorlandıkları yönündedir. Bu sonucun oluşmasında  ulusal kişilik faktörlerinin etkisi ne ölçüdedir bilemiyorum ama Türk üst yöneticilerin  astlarının hatalarına karşı gösterdikleri tavrın da buna neden olduğunu düşünüyorum. Hatayı yapan kadar hatayı gören veya itirafı dinleyen yöneticinin de doğru davranışları göstermesi beklenir. Kendisine dürüstçe hata yaptığını açıklayan bir yöneticiye hakaretler eden, aşağılayan, hatta işine orada hemen son veren bir yönetici kısa süre sonra bölümünde kimsenin yaptığı hataları açıklamayacağını ve herkesin herşeyi gizleyeceğini bilmesi gerekir. Böyle kötü yönetilen şirketlerde şeffaflık yerini kapalı ve gizlemeci bir şirket kültürüne bırakır.Herkes herşeyden ve diğerlerinden şüphelenir. Kişiler başkalarının hatalarını bularak onların şirketteki pozisyonuna zarar vermek için çalışır. Zaten bizde özellikle geleneksel şirketlerdeki ve tabii devletteki "teftiş" ve "müfettiş" kavramlarının gerisinde de  kimsenin hatasını  açıklamayacağı ve herkesin heşeyi gizleyeceği, dolayısıyla birilerinin bu gizlenen hataları ve "suçlu"ları bulması ve "cezalandırılmak" üzere üst makamlara rapor etmesi gerektiği olgusu yatmıyor mu?  Türk şirket kültürünün oluşumuna devlet bürokrasisinden sirayet eden bir başka kötü alışkanlık daha...

Hataların açıklanması ve açıklanan hatalara nasıl davranılması gerektiği konusunda çok güzel bir örneği Akın Öngör’ün “Benden Sonra Devam “ adlı kitabında bulacaksınız. Akın Bey yanında Hazine Müdürü olarak çalışan şimdiki Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen’in bankayı ciddi zarara sokan bir yanlış işlemle ilgili nasıl kendisine gelip durumu anlattığını, hatasını kabul ettiğini, hatta istifasını sunduğunu, kendisinin de  onu nasıl sakinleştirdiğini, durumu beraberce patrona nasıl anlattıklarını  ama bu durumun Ergun Bey ile Akın Bey arasındaki güveni asla zedelemediğini çok güzel açıklıyor. Nitekim bu ölçüde büyük bir hata yapan yöneticiyi bankanın ana hissedarı daha sonra genel müdür yapıyor!

Doğrudan doğruya hatalarla ilgili olmasa da, alınan kötü performans sonuçları söz konusu olduğunda, yöneticilerin sıkça bu performans kaybının gerekçelerini hep kendi dışlarında aramaları, başkalarını, özellikle de piyasayı, rekabet şartlarını, ellerindeki imkânların kısıtlı oluşunu mazeret olarak göstermelerini önemli bir "hata gizleme modeli" olarak gördüğümü de belirtmek istiyorum.
Oldukça uzun iş yaşamımda en çok satış hedeflerinin, pazar payı hedeflerinin veya karlılık hedeflerinin tutturulamadığı zamanlarda duyduğum bu tür “savunma”ların, tıpkı hatalarımız gibi daha cesurca ele alınması gerektiğine inanıyorum. Eskiden çalıştığım bir şirkette şirketin Yunanistan’daki bölümünün yöneticisi bir bölge toplantısında, o tarihte Yunanistan’da yapılan olimpiyatları sunumunun bir yerinde satış düşüklükleri için mazeret olarak gösterip, sonra bir başka bölümde gelecekteki yüksek satış hedeflerinin de gerekçesi olarak da anlattığında (hem de ikisine de aynı ölçüde inanarak) toplantıdaki herkesin bıyık altından nasıl gülümsediğini unutmuyorum.
Bu tür mazeretleri genelde sonuçlarla ilgili yöneticiler kendi aralarında uzun uzun konuşup önce kendilerini inandırırlar ve sonra da tamamen inanmış olarak sunarlar. Durum o hale gelir ki alınan kötü sonuçta satış teşkilatının, pazarlama yetkilisinin hiçbir kusuru yoktur! Tüm suç yavaşlayan piyasada, para sıkışıklığında, ekonominin içinde bulunduğu durumdadır.

Özeleştiri bizi gelecekteki hatalardan korur, kariyerimizi güvence altına alır.
Son söz: Hatamla sev beni…